Lunapark Masalı

Lila ve küçük kardeşi Arda, bütün yıl boyunca büyük bir heyecanla bekledikleri günü sonunda yaşamaya hazırlanıyordu. Kasabaya her yıl bir kez gelen Rüya Lunaparkı, rengârenk ışıkları, kahkaha dolu oyunları ve büyülü havasıyla herkesin hayalini süslüyordu.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltılarını hızlıca yapan iki kardeş, babalarının elinden tutarak lunaparka doğru yola koyuldular. Daha giriş kapısından içeri adım atar atmaz, gözleri kocaman açıldı. Her yer ışıl ışıl parlıyordu; dönme dolap gökyüzüne kadar uzanıyordu, atlı karınca neşeyle dönüyordu ve pamuk şekerlerin kokusu havada uçuşuyordu.

"Vay canına! Buraya her gelişimizde daha da büyülü hissediyorum!" dedi Lila, gözlerini kocaman açarak.

"Abi! İlk önce nereye gidelim?" diye atıldı Arda, elini heyecanla sallayarak.

"Tabii ki korku tüneline!" diye yanıtladı Lila, ama Arda’nın yüzü bir anda asıldı.

"Ben korkarım..." diye mırıldandı küçük çocuk.

Babaları gülerek diz çöküp Arda’nın omzuna dokundu. "O zaman bir oyun seçme hakkı da senin olsun," dedi. "Ama önce ablanı kırmayalım, olur mu?"

Arda başını sallayarak kabul etti. Üçü birlikte uzun, karanlık bir mağaraya benzeyen korku tüneline doğru ilerlediler. Lila heyecanla atıldı, Arda ise babasının elini sıkı sıkıya tuttu. Vagonlara binip içeride ilerlemeye başladıklarında her yer kapkaranlık oldu. Bir anda "Vuuuuh!" diye bir ses yükseldi ve duvardan kocaman bir hayalet çıktı. Arda korkuyla gözlerini kapattı.

"Ben buradayım, korkma!" dedi Lila, kardeşinin elini sıkarak.

Tünelin sonuna geldiklerinde Arda derin bir nefes aldı. "O kadar da korkunç değildi galiba," diye fısıldadı.

"Şimdi sıra sende! Hangi oyuncağa binmek istiyorsan gidelim," dedi babaları.

Arda bir an durdu, etrafına baktı ve en çok ilgisini çeken yere doğru koşmaya başladı. "Balon yakalama oyununa gidelim!" diye bağırdı. Büyük bir tezgâhın önünde, uçan rengârenk balonları yakalamaya çalıştılar ve Arda en büyük mavi balonu yakalayınca sevinçle zıpladı.

Oyunlar, kahkahalar, pamuk şekerler, hız trenleri derken, güneş batmaya başladı. Lila, lunaparkın en büyük ve en eski oyuncağını fark etti: Gizemli Dönme Dolap. Bu dönme dolap, lunaparka gelen herkesin mutlaka binmek istediği ama aynı zamanda biraz çekindiği bir yerdi. Çünkü hakkında anlatılan bir söylenti vardı: Eğer gerçekten bir dileğin varsa ve tam en tepede gözlerini kapatıp dileğini dilersen, o dilek mutlaka gerçekleşirdi.

Lila, bu efsaneyi hatırlayınca heyecanla kardeşine ve babasına döndü. "Dönme dolaba binelim mi? Gerçekten dilekleri gerçekleştiriyormuş!" dedi.

Arda başını salladı. "Bence deneyelim!"

Üçü birlikte sıraya girdiler ve sıranın kendilerine gelmesini beklediler. Dönme dolaba bindiklerinde yavaşça yukarıya doğru yükselmeye başladılar. Şehir ışıkları uzaktan parıldıyor, rüzgâr hafifçe yüzlerini okşuyordu.

"Şimdi dilek dileme zamanı!" dedi Lila.

Arda gözlerini kapattı ve içinden bir dilek diledi. "Keşke bu lunapark hiç bitmese, hep burada kalabilsek."

Lila da içinden bir dilek tuttu. "Keşke ailemiz hep mutlu olsa ve hiç ayrılmasak."

Babaları ise gülümseyerek onları izledi. Dönme dolap en yüksek noktasına ulaştığında bir anda etrafı hafif bir rüzgâr sardı ve lunaparkın ışıkları daha da parlaklaştı. Sanki bütün lunapark bir an için dileklerini duymuş gibi hissettirdi.

Aşağıya indiklerinde Arda heyecanla bağırdı: "Bence gerçekten büyülü bir yer burası!"

Lila gülümsedi. "Evet, belki de lunaparkın asıl sihri buradadır. Ne zaman buraya gelsek, kendimizi mutlu hissediyoruz."

O gece eve döndüklerinde Arda, yatağa uzanırken hâlâ lunaparkı düşünüyordu. "Abi, sence dileğim gerçekleşir mi?"

Lila, kardeşinin saçlarını karıştırdı. "Kim bilir? Belki bir gün bu lunapark, sadece rüyalarımızda değil, gerçekten hep bizimle olur."

Arda gözlerini kapattığında lunaparkın ışıkları, pamuk şekerin tatlı kokusu ve dönme dolabın büyüsü hâlâ gözlerinin önündeydi. Ve o gece, en güzel rüyasını gördü: Bitmeyen bir lunapark, kahkaha dolu oyunlar ve sonsuza kadar süren mutluluk...

Ve belki de, gerçekten dilekleri gerçekleşmişti.